
Âlemlere rahmet olan Efendimiz (sav), insanların bâzı şeylerin kıymetini takdîr edemediğini, ancak ellerinden çıktıktan sonra uyandıklarını haber vererek ümmetini îkàz etmiş. Ne var ki, her çocuğun ateşi tanıması için illâ elinin yanması gerekir. Farkında olmadığımız o ni’met ne zaman elimizden çıkar, o zaman gözümüz açılır; lâkin ekseriya o ni’mete bir daha ulaşılmaz olur.
Soluduğumuz havanın, ayağa kalkıp yürümenin, bir çiçeğin kokusunu almanın, bir yeşil yaprağın nasıl bir ni’met olduğu kolay kolay anlaşılmaz. Çünkü, biz gözümüzü açtığımız zamân onlar elimizin altına konmuştu. Devâmlı da yanımızda bulunuyorlar. Öyle ki, onların farkına varabilmemiz için ya soluğumuzun kesilmesi, ya kışın beyaz kefenini giyinmesi, ya yatağa mahkûm olmamız gerekir.
Mardin’in Ömerli bölgesi büyük ölçüde su sıkıntısı çekilen bir vatan toprağıdır. İlk öğretmen olarak ta’yînim Çimenlik (Merci) Köyüne yapıldığında, Millî Eğitimdeki vazîfeli me’mûr, “Şanslısın, o köyde su var” demişti. Biz ırmak kenarı çocuğu olduğumuz için, bu sözün ne ma’nâya geldiğini de ilk başta anlayamamıştım. Bölgeyi tanıyınca ehemmiyyetini kavradım.
Merci, ortasında buz gibi su bulunan bir kuyuya sâhibdi. Bütün köy halkı suyunu oradan alırdı. Sağolsun, köyün çocukları her zamân benim suyumu getirdikleri için, ben kuyu başında su çekmeye hiç gitmedim. Bu suyun nasıl bir ni’met olduğunu, Şavşat’lı Zeki Bey’in köyüne gezmeye gidince anlardım. Onun çalıştığı köyde bir damla su yoktu. Yağan yağmur sularını kuyulara akıtırlar, sonra da çekerek içerlerdi. Zeki kardeşimiz suyu bize verirken tülbentten süzerek getirirdi. Suyun içinde kıp kırmızı kurtçuklar oynaşıp dururdu. Çimenlik Köyünün değeri o zaman biraz daha artardı.
Köyde o kuyunun dışında akar su bulunmadığı için, sebze ekme diye bir anlayış da yoktu. 1969 senesinin baharında, kulakları çınlasın, köy bekçisi Hüseyin Çetinkaya’ların evlerinin kenarından bir su sızmaya başlamıştı. Herhâlde o sene çok kar yağması sebeb olmuştu. Hüseyin de o su ile evin önüne biraz yeşillik ekmişti. Bir gün beni yemeğe çağırdı, yemeğin yanına biraz da turp yaprağı getirdi.
Rahmetli babam iyi bir bahçıvandı. Bizim bahçemizde her türlü yeşillik bulunurdu. Hiçbir gün turp yaprağı yendiğini görmedim. Fakat, Çimenlik’te bir turp yaprağı, altın değerinde idi. Yedim, çok da lezzetli geldi. Bu bahar pazarda yapraklı kırmızı turpları görünce birden bu hâtıra canlandı, hemen bir tutam aldım ve eve götürüp âfiyetle yedim. Zihnim otuz beş sene öncesine gitti, gözlerim yaşardı. Kahraman kardeşlerim Ali Araz, Abdülmecid ve Süleyman Çetinkaya kardeşler şimdi âhiretteler…
Cenâb-ı Hakk’ın suya boğduğu insanlar, suyun nasıl bir ni’met olduğunu anlayamıyor. Ömrü yeşillikler içinde geçenler, sahrâdaki insanın sıkıntısına ma’nâ veremiyor. “Mübtelâ-yi gâma sor kim gîceler kaç saat?” diyen şâir, kafasını yastığa koyunca içi geçenlerin uyku ni’metini anlayamayacaklarını ifâde ediyor.
Eline “Kur’ân” gibi bir ni’met-i İlâhî geçmiş bir buçuk milyar insanın, nasıl bir gaflet uykusuna gömüldüğünü görmüyor muyuz? Küfrün içinden gelerek îmânın lezzetini alan bir avuç insan ancak onun kadrini biliyor. “Risâle-i Nûr” gibi bir îmân hazînesine ulaşmış yüz binlerce insanın umûmî hâli, onları o ni’metin farkında imiş gibi gösteriyor mu? Var mı yanma, yakmaya koşma, omuz omuza koşmak için kafa kafaya verme?..
Elinde Anadolu gibi bir cennet parçası bulunan yetmiş milyonun dahi bu ni’metin farkında olduğu söylenebilir mi? Kırk parçaya bölünmüş bir millet, üstelik birisinin ak dediğine öbürü tam kara diyerek nasıl olacak da elindeki ni’meti kaybetmeyecek? Akıllı ve inançlı geçinenlerine bakıyorum, Batı’dan gelecek yardım eline ümidini bağlamış. KKTC vatandaşı nicelerinin AB için takla attıklarını görüyoruz; ya bizde durum nasıl? Sınır geçişi azıcık gevşese, içeride kaç kişiyi bulabilirsiniz bizim gibi nostalji tutkunu birkaç enâyiden başka?
Rabbim buyuruyor ki: “Şükrederseniz, ni’metimi arttırırım!” Yirmi iki milyon kilometrekare toprak niye elimizden çıktı dersiniz? Şükretmediğimiz, ni’metin kadrini elimizde iken takdîr etmediğimiz için değil mi? Hâlâ da şükretmediğimize göre, sıra şimdi bu son vatan topraklarında mı? Kıbrıs sizlere ömür; İstanbul, Güneydoğu ve Doğu da sırasını bekliyor! Biz ise asgarî müştereklerde bir araya gelmek yerine hâlâ idrar maratonunda ipi göğüsleme kavgası veriyoruz. Allah uyandırsın…
Vakit