Milâdi de olsa, yeni bir senenin birinci günündeyiz. Artık geriye bakma ihtiyacı hissetmiyorum. Zaten kimsenin de geriye bakarak ibret alma gibi bir derdi gözükmüyor. Ben hiç olmazsa ileriye bakma gayreti içindeyim, kimseciklere o da gözükmüyor. Herkes bugünü kurtarmanın telâşında. Mazi ve müstakbel hissi taşımayan “büyük başlara” dönmüşüz.
İleriye bakınca ise, uzak plan ne kadar netse, yakın plan da o kadar karışık gözüküyor. Hz. Adem (as)’den bugüne kadar beşerin başına gelen bütün belâlardan bir kokteyl demeti hazırlanmış halde. Geçen yılın son haftasında sunulan 8,9 hikayesi ve tsunami amortisi, kafayı bugünden kaldıramayanlara bir ihzâriye hükmündeydi. Bundan sonra asıl menünün servis edilmesi geliyor.
Sene oldu 2005… Yüce kitabımızın 105. sûresi olan “Fil” isimlisi, Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun başına gelenleri anlatıyor. Yerkürenin azametli devleri olan fillere karşı, gökyüzünün minik canlıları olan dağ kırlangıcı “ebabil” taifesi gönderilmiş. Neticeyi tarih ilmi bize haber veriyor. Biçilmiş ekin artıkları gibi serili kalan muhteşem bir ordu!
Ey dünyanın en teknolojik donanımlı ordularına sahip olan modern Ebrehe’ler! Ey geçmiş zamanın fillerine taş çıkartacak deniz ve hava filolarını besleyenler! Hazır mısınız Rabbinizle savaşa? Hatırlayın o Nemrud’u ki, Rabbimiz Teâlâ’nın askerleriyle harb etmek üzere ordular hazırlamıştı. Karşısına gönderilenler ise sadece sivrisineklerdi. Ne oldu?
Eğer Mevlâ-yi Zülcelâl Hicri 1432 senesinde Kudüs merkezli bir İslâm devleti kurmayı murâd etmişse, önümüzdeki yedi sene içerisinde âlemin altı üstüne gelecek demektir. Başta söylediğim belâlar kokteylinin hazırlığında olan inancım, işte o semâvi bilgiden kaynaklanmaktadır. O zaman, hemen herkes paçalarını bağlasın!…
Öyle hissediyorum ki; hepimiz, İbrahim aleyhisselâmın Mahşer meydanındaki hâlini yaşayacağız. Gelecek belâlar karşısındaki nefsimizi kurtarmaktan başka yapabilecek bir şeyimiz olacağını sanmıyorum.
Sahih rivayet var. Cehennem meleklerin elinden kurtulup da Mahşer meydanında bekleşen insanların üzerine hücum edince, sahnenin dehşetini anlatmak için Hz. İbrahim (as)’ın hâli misâl veriliyor. O yüce peygamber kendisini Arş’ın altında secdeye atmış ve “Yâ Rabbi! İki hanımım Sâre’yi ve Hacer’i istemiyorum, iki oğlum İsmail’i ve İshak’ı da istemiyorum; sen İbrahim’i kurtar!” diye niyâz edecekmiş. Azgınlaşan beşere Rabb-i Zülcelâl’in hazırladığı belalar kokteyli servis edilmeye başlanınca, sanırım hepimiz o hâli yaşayacağız.
Hz. Muhammed (sav)’in yüzü suyu hürmetine beşere toptan belâ gelmiyordu. Fakat, şu içinde bulunduğumuz Âhirzaman diliminde bunun bir istisnâsı vardır. Artık bundan böyle yüzbinler, milyonlar insanın öldüğünü görecek ve duyacaksınız. Bütün sistemlerin çöktüğünü, bütün bâtıl inançların yeryüzünden silindiğini, sadece “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah” inancının önce Asya kıt’asından başlamak üzere bütün yerküreye hakim olduğunu görecek ve duyacaksınız.
Tabii, hayatta ve ayakta kalabilirseniz…
Gelin, henüz aklımız başımızda iken ciddî tövbe edelim, kalbimizi Mevlâ’mıza çevirelim. O’nun dinine sahip çıkalım. Resûl-i Zişân’ın tebliğ ettiği İslâm dininin emir ve yasaklarını bozmadan aslında inanalım. Biz O’na dönelim ki, üzerimize çığ gibi gelmekte olan belâ ve musibet anında da O bize sahip çıksın.
Anlayan sivrisinek sazmış. Beşer eğer ölü sayısı 100 bini bulduğu söylenen son işaret fişeğiyle de uyanmamışsa, bundan sonra fazla kelâmın da gereği yoktur.
Ey kalbimin en gizli hâtırâtını bilen Rabbim! Hak ettiğimizden şüphem olmayan belâların vakti geldiğinde, sen benim yakınlarımı, sevdiklerimi, dostlarımı ve bütün ehl-i imânı koru! Biliyorum, başkalarını kurtaramaya artık beşerin gücü…
Vakit