
Beş sene önce 2002’in 28 Şubat günü Perşembe’ye denk gelmiş, bu sene ise Çarşamba günü idrâk ediyoruz. Ma’lûm, “28 Şubat” deyince, ülkemiz insanının ekserîsi güzel hislerle coşmuyor. Beş sene önceki yazıma baktım, âlem-i İslâm’ın hüzünlü hâli beni böyle bir yazı yazmaya sevk etmiş. Siz de bir daha bakınız, yanlış mı hislenmişim?
O günkü yazı aynen şöyle:
“Çocukluğumda öyle acıklı hikâyeler dinlemişim ki, ne zamân Dadaş ağzıyla “Göç göç oldiiii, göçler yola dizildiiii” kırıkhavasını duysam, elimde olmadan gözlerim yaşarır, içim yanar.
Rus bir yandan, Ermeni kopilleri diğer yandan Osmanlı’nın üstüne çöreklenmişler. Asırlarca ezân-ı Muhammedî’nin hükümrân olduğu topraklar birer birer kâfir eline düşmüş. Yakaladığını insâfsızca şehîd eden düşmanın eline düşmemek için ise ahâlî korkunç bir perîşânlık içinde göçe koyulmuş. Açlık, sefîllik, ıztırâb diz boyu… İşte böyle bir hâlin sembolü olmuş “Göç göç oldiii” diye başlayan ezgi…
Düşmana mukávemet mümkün değil, sıkıntıdan kurtulmak da öyle; o zamân nasıl kaçacaksınız? Tek çâre kalıyor, fıtrî huzûr yolu: Uyku! Dadaş da zâten öyle diyor: “Uyku geldiiii, elâ gözler süzildi…”
Evet, öyle bir göç dramı yaşandı ki, kaçacak son noktaya geldik, dayandık. Verdiğimiz topraklardan arta kalanda da huzûr bulamadık. Bizden gözükenler bizim varlığımıza tahammül edemez hâle geldiler. Kendi topraklarımızın idâresini de terk ettik, para kaynaklarını da terk ettik, legal hayâtın hemen hemen bütün müesseselerini de terk ettik. Gerçekten de artık terk edecek mekân olarak sâdece ma’bedlerimiz ve evlerimiz kaldı desek, mübâleğa etmiş olur muyuz?
Mecbûren uykudan meded umuyor, elâ gözleri süzerek gerçeklerin acı tablosundan kaçmaya çalışıyoruz.
Afganistan’daki Müslümanların üzerine binlerce ton bomba yağıyor, elin keferesi on binlerce kilometre öteden gelerek zerre kadar hakkı olmadığı hâlde benim kardeşlerimi parça parça ediyor, içerideki bir kısım münâfıklar da ona destek oluyor; bizler elâ gözleri süzüyoruz!..
Aynı alçak zihniyyet yârın yine Irak’ın üzerine çullanacak, pis menfaati için benim dîn kardeşlerimin üzerine ateş yağdıracak, mübârek mekânları ateş içinde bırakacak; bizler yine elâ gözleri süzeceğiz!.. [Maalesef, bu tablo da aynen gerçekleşti! Mustafa Kaplan]
Çeçenistan’da bir başka alçak el taş taş üstünde bırakmıyor, köpek cinsinden başka canlıya tahammül edemiyor, akan Müslüman kanları Kafkas Dağları’nın beyaz sarığını ala dönderiyor; elâ gözlerimiz süzülmekten başka yol bulamıyor!..
Bosna’yı, Filistin’i, Filipinler’i, Arakan’ı, Somali’yi, Yemen’i, Cezâyir’i, daha hangisini sayalım? Hele o Doğu Türkistan’daki sarı zulmü nasıl unutacağız?
Yâ Rab! Hep bizim kağnılarımız mı göç edecek? Hep bizim gözlerimiz mi süzülecek? Yok mu zâlime göç mecbûriyyeti?..
Herhâlde, bir 28 Şubat günü, üstelik de Türkiye’de, başka nasıl bir yazı yazabilirdim ki? Ama, yârın Mart’tır, baharın birinci günüdür…
Evet, beş sene öncesinin 28 Şubat günü aynen böyle yazmışım. Yukarıdan aşağı iç karartan reel tablo, sâdece son cümlede açık bir ümid kapısı bırakmış. Söyleyene değil, söyletene bak!
Gerçekten de Mart başladı. ABD cönileri Afganistan’da işin içinden çıkamadılar, ihâleyi NATO’ya devrettiler; onlar da oflayıp pufluyor. Kendi beyânlarına göre, bu sene tam bir Cehennem yaşayacaklar. Irak’ta ise ABD ve İngiliz kefereleri, bütün koalisyon dostlarıyla birlikte; içeride Şiâ ve Kürt, dışarıda ise Türkiye’den bütün Arap ülkelerine kadar adı Müslüman olan ülkelerin ciddî desteklerine rağmen kan gölüne gömüldüler. Mezopotamya tam bir Vietnam bataklığı oldu ki, içinden çıkmaları da mümkün gözükmüyor. Şimdi sanırım Somali, Çeçenistan, Cezâyir, Keşmir patlamalarının kokuları hissediliyor.
Bu sele baraj mı dayanır dostum? Beş senede Mart’ı geçtik inşâallah, Nisan gözüküyor. Artık işgálci kâfirlerin ve münâfık zağarlarının kağnıları göçe hazırlanabilir…
Vakit